28 Şubat 2019 Perşembe

KEDER KUYUSU-KUZGUN 3.BÖLÜM

Adına hayat denilen, uzun ve çetrefilli yol herkese eşit şartlar sunmaz maalesef.Kimileri bir ömür boyu, pembe bulutlar üzerinde yaşarken; kimileri de daha çocuk yaşta, yaşamın karanlık yüzü ile tanışır.Ve bu andan itibaren attığı her adımda, çocukluğundan biraz daha uzaklaşır.Ne yazık ki, Kuzgun da çocukluğu ve ondan kalan masum izlerle erkenden vedaşıp; yaşamın karanlığında adeta kaybolup, içindeki intikam duygusu ile kendini yeniden yaratmak zorunda kalmış biri.Kuzgun ve Dila arasında yaşanan şiddetli çatışmanın bu kadar güçü olmasının temel sebebi de bu.Dila, Kuzgun'un yaptıklarına geçmişlerinden ötürü belli ölçülerde hak verse bile asla tam olarak anlayamıyor.Anlayamaz da...Çünkü, Dila için hayat eksikleri ile de olsa her daim, gülen yüzünü göstermiş.Bu sebeple, Dila'nın yaşam için kendince koyduğu kuralların; Kuzgun açısından haklı olarak, bir geçerliliği yok.Kuzgun için durum tamamıyla farklı.Çocuk yaşta sokağın sertliği altında ezilmiş, kimsesiz kalmış birinin,yumuşak başlı ve sevecen olmasını beklemek,fazla hayalcilik geliyor bana.Normal olan şey, tam da şu an göstermiş oldu tepki benim açımdan.İnsan, psikolojisi geçmişle hesabını öyle kolay kapatamaz.Yaşananlar unutulur, onlardan kalan yaralar kabul bağlar.Ama, o yaraların, izleri hep kendini sana hatırlatacak bir yol bulur.İşte Kuzgun için; Dila dahil tüm sevdikleri bu izler gibi.
Onlara baktıkkça hep geçmişini, vazgeçilmişliğini ve çocukluğunu hatırlıyor.Bu durum da doğal olarak canını çok yakıyor.Şahsen ben Kuzgun'un, Kesik'in kaybından sonra daha da sertleşeceğini düşünüyorum.Çünkü yanlızlığını paylaştığı can yoldaşını kaybetti.Üstelik istemeyerek olsa buna kendisi sebep oldu.Şimdi, tüm hissettiklerinin yanına bir de bu vicdan yükü eklendi.Bu bölüm öyle vurucu sahneler izledik ki hala etkisinden çıkamadım.Kuzgun'da Dila-Kuzgun sahneleri her zaman favorim.Ama bu bölüm özellikle; morg sahnesi yıktı,geçti hepimizi.
İzlerken benim aklıma, ''Kuzey Güney'' dizisindeki morg sahnesi geldi.Tıpkı o sahne gibi, bu sahne ve Barış Arduç'un oyuncuğu da aklıma kazındı.Burcu Biricik ile birlikte öyle muazzam bir iş çıkarmış ki tüyler hala diken diken...Kuzgun'a eli,emeği ve yüreği değen herkese teşekkürler...

27 Şubat 2019 Çarşamba

UMUTUN KIRILAN KANATLARI-KADIN 51.BÖLÜM

''Kadın'' dizisini baştan beri sıkı takip eden ve tarafını Arif ve Bahar'dan daha doğrusu, Arif'in çocuksu ve masum sevgisinden yana seçmiş biri olarak; ilk kez diziyi ortadan izleyen yani biri olarak yazacağım, yazıyı.Sade ve sadece bir ''kadın olarak.Dünkü bölümle ilgili bir şeyler söylemeden  önce izininizle; dizinin, benim gözümdeki yeri hakında birkaç şey söylemek isterim.Dün akşam ki bölümü ayrı tutarak söylüyorum,mevcut toplumsal  göz önüne alındığında; toplumdaki kadın dertlerini en net ve sert şekilde anlatmayı başarmış dizilerdendi.Dizilerdendi diyorum, çünkü dün akşam bölümü izlerken; bende,sizler gibi çok zorlandım.Ama sonra bir şey fark ettim.Olaylara, kendi açımdan bakıyormuşum, meğer...''Aksi taktirde, bu kadar katı olmamam gerekirdi.'' diye düşünüyorum.Çünkü biz insanlar, yaradılışımız gereği  zaaflarla donatılmış varlıklarız.Kabul etsek de,etmesek de durum böyle. Bu zaaf bazı insanlar da kişilere, bazı insanlarda da durumlara yönelik olur.Ve bence, Bahar'ın zaafı da maalesef ki Sarp.Bunun dışında mantıklı başka bir seçenek yok.Zaten, Sarp'ın içinde bulunduğu ruh haline ''aşk'' diyebilmek, başlı başına komedi.Onun ki sadece ''ego'' savaşı.Zira, ömrü hayatımda Aşk'ın böyle bir biçimini görmedim.Şahsen, görmekte istemem. Bunu size, kadını bölümü izlerken, belki de kez Bahar'a kızan biri söylüyor.
Ah be Arif! Dizi başladığı günnden bu yana eninde sonunda; Arif ve Bahar'ın bir şekilde mutlu sona ulaşacağına inanan biri olarak; dün akşam ki bölümü büyük bir hayal kırıklığı ile izledim.Ve Arbah konusundaki umutlarım maalef tükenmek üzere.Ben, bir olayı değerlendirirken ; nedeninden çok sonuçları ile ilgilenirim.Ve doğrusunun da bu olduğunu düşünürüm.Ama, maalesef ''Bahar'' karakteri bence kişiliğine tam zıt şekilde özellikle bu olayda sadece sonuçla ilgilendi. Sarp, gerçekleri kendi açısından anlatıkça; Bahar'ın buz dağları bir anda eridi.Olan da Arif'in çocuksu ve masum sevgisiine oldu.Sanırım bizler kadınlar, özellikle de bazılarımız gerçekten sevenlerin kıymetini pek  bilemiyoruz.Bundan sonrası için, hikaye nasıl devam eder bilmem,tek bildiğim; bölüm benim açımdan tam bir hayal kırıklığıydı...

24 Şubat 2019 Pazar

''MEYDAN OKU''-ERKENCİ KUŞ 31.BÖLÜM

Hep söylerim,''Her aşk ve ilişki iki kişiliktir''diye.Birine karşı hissettiğiniz,duyguların gerçekliği kendinizden neleri feda ettiğinizle kendini gösterir.Eğer; bir ilşki sürecinde, her fedakârlık karşı taraftan bekleniyorsa; o ilşki de tıpkı insanlar gibi yıpranır.Ve özellikle de sürekli kendinden bir şeyler feda eden taraf günden güne eksildiğini fark eder. Can ve Sanem karakterini de ayrı ayrı seven biri olarak bu ilişkide, özellikle son haftalarda kendinden bir şeyler feda eden tarafın ''Sanem olduğunu görüyordum.Ve açıkcası bu durum beni bir seyirci olarak çok üzüyordu.Şimdi, aranızdan''Can tepkisinde haklı'' diyenler olacaktır.Ona bir itirazım yok.Benim takıldığım nokta tepkiyi gösteriş biçimi.Geçen haftada söyledim, yine söylüyorum ''çok kırıcıydı''Nihayet bu hafta, Sanem de Aşk'ını ayakta tutmak için çabalarken kendisinin ne kadar eksildiğini fark etti.
Özellikle son haftalarda, ''Erkenci Kuş'' ile ilgili olarak en fazla takıldığım noklardan bir tanesi, senaryoda kendini kuvvetli bir şekilde hissettiren aşırı durağanlıktı.Şunu kabul ediyorum, her hafta 180 dakika ve bazen de daha uzun sürelerle bir iş yazmak hiç kolay değil.Ve gerçekten insanüstü bir çaba gerektiyor.Ama, benim söylemek istediğim durağanlık, bütün bunların çok dışında.Sanki, dizi romantik komedi türünde bir iş olmaktan uzaklaşmış, gibiydi. Sanırım, senaristlerde bu gidişatın farkına vardılar ki, o durağan bölümlerin aksine, her şeyi ile kusursuz bir bölüm ortaya çıkarmışlar.Zaten, kendi adıma,genel itibariyle ülkemizde bu türde en başarılı işler çıkaran yazar ekibi olduğunu düşünüyorum.
Hafalardır ısrarla söyüyorum.''Kıskançlık'' romantik komedi türündeki işler için olmazsa, olmazlardan.Hem kadın hem erkek karakterler üzerinden doğru işlendiğinde diziye hareket ve canlılık katıyor. Bu sebeple,''Yiğit'' karakterinin hikayeye dahil edilmesinin, dizinin sağlam adımlarla yola devam etmesi açısından son derece doğru bir hamle olduğunu düşünüyorum.Çünkü, haftalardır ''kıskaçlık'' denen mucizevi duygunun, Sanem, üzerindeki etkilerini izledik. Şimdi sıra sende, ''Can Divit...Can'ın kıskanç hallerini izlemeyi özlemişiz.İzlerken çok keyif aldım.Bence ilk hafta için son derece tatmin edici sahnelerdi. Yiğit ve Polen'in kardeş çıkması da bence doğru bir hamle.Şahsen önümüzdeki hafta yayınlanacak bölümü şimdiden çok mereak ediyorum.İzlediğim en güzel bölümlerden bölümlerden biriydi.Emeklere Sağlık

23 Şubat 2019 Cumartesi

HÜZÜN DURAĞI-İSTANBULLU GELİN 73.BÖLÜM

Hayatımızda ilerlediğimiz yol boyunca pek çok noktada yol ayrımları çıkar karşımıza.Bu yol ayrımlarında yaptığımız seçimler bizi, biz yapar.Sürreya 'nın da tıpkı böyle bir yol ayrımıydayken kalbini dinlerek yaptığı bir seçim, kendisi de çevresindeki herkesin hayatı belirli ölçülerde değişti.Ancak hiç kuşku yok ki, en sarsıcı değişim Süreyya'nın hayatı ve kişiliğinde yaşandı.İlk bölümden başlayarak, 73.bölüme kadar olan süreçte, kimi yerlerde Süreyya'nın ''Boran'ların katı kurallarına'' uyum sağlama çabasını izledik.Bu uyum sağlama çabasında, karşındakine her ''hayır'' diyemediğinde kendisinden bir parça daha eksildi.Gelinen nokta ve Esma Boran'ın hastalığı nedeniyle de tüm ailenin yükü kaçınılmaz bir şekilde Süreyya'nın üstüne kaldı.Bu yükü, Süreyya'nın üstlenmesiyle birlikte bir süreliğine toprağa gömülen, Esma ile aralarındaki kültürel farklılıklardan kaynaklanan çatışma yeniden gün yüzüne çıktı. Şunu kabul etmek lazım, ''Esma Boran'' gibi ailesinin gelenek ve göreneklerini adeta aile anayasası gibi benimseyen birinin; Süreyya gibi düşünmesini beklemek zaten saçma.Ama ne bileyim, onca yaşanan olaydan sonra bir  parça esneklik fena olmazdı hani. Netice itibariyle, ''Boran Erkekleri''nin geçmişteki sicilleri tertemiz değil.O.sebepten Esma'nın, İpek'e karşı biraz daha yumuşak  olmasını isterdim. Tabii, bu söylediğim Esma açısından imkansız,o ayrı konu.
İstanbullu Gelin'in 73 haftadır devam eden yolculuğunun geneline baktığımızda; mutsuzluğu,'' sürekli bir ruh hali olarak yaşayan'' tek karakter, Dilara sanırım. Oysaki, hikayenin en başında gökkuşağı rengarenk bir karakterdi.Mutsuz aşk,onun enerjisini ve rengini soldurdu.Üstelik, ilişkisini ve evliliğini ayakta tutmak için yaptığı,onca fedakarlığa rağmen...Dilara'nın yaptıklarının ve mevcut hırçınlığının sebebini anlayamayanlar ya da doğru bir ifade ile anlamak istemeyenler var, maalesef. Şöyle düşünün, bir kadın için;hala sevdiğin birini, başka biri ile düşünmek kolaylıkla üzerine basılıp geçilebilecek bir değildir.Mantığın bunu zorlanmadan kabul eder, ama kalp...Elbette ilişkler bitebilir, ama yenileri başlarken karşı tarafın gözünün içine bu kadar sokmaya çalışmak,bana biraz şov gibi geliyor.
Umarım, mutluluğu bir şekilde yakalar.Bekleyip göreceğiz, neler olacağını...EMEKLERE SAĞLIK

21 Şubat 2019 Perşembe

AVCI İKEN, AV OLMAK-Kuzgun 2.bölüm

Çocukluk, insanın sevmeyi ve sevilmeyi öğrendiği; adeta filiz verildiği bir çağdır.Bu sebeple, o yıllarda yaşanan travmalar pranga misali ömür boyunca yakasını brakmaz insanın. Kuzgun'un hikayesini doğru anlayabilmek için, bu çağa objectif bakabilmek çok önemli.Bir çocuk düşünün; henüz oyun çağındayken, önce annesi sonra hayat ondan vazgeçerek almış masumiyetini elinden.Sokaktaki tehlikelerle mücadele ederken döndüğü her sapakta bırakmış, masumiyetinin bir parçasını.Bu ruh haliyle yıllar geçirmiş birinden sağduyulu davranışlar beklemek son derece anlamsız ve yersiz bir durum.Bu tarz insanların düşündükleri tek şey,çok  haklı bir refleksle bunlara sebep olarak gördükleri insanlardan, intikam almak.Kuzgun'un çocukluğunun mezarı olarak gördüğü yere tam da bu sebepten geldi.Çocukluğunun katili olan, en sevdiklerinden intikam almaya...Normal şartlarda kin ve öfkenin, insanı bir yere götürmeyeceğine inan, her daim sevgiden taraf biriyimdir.Ama ilk kez, bir dizi karakterinin öfkesine ve nefretine bu derece hak verdim.Böyle hissetmemin, elbette pek çok sebebi var.Ama beni en çok etkileyen şey; Kuzgun'un karakterinin hikayesinin, sağlam ve acıtıcı oluşu ile Barış Arduç'un efsane oyunculuğu.Bir oyuncunun, canlandığı karakteri, bu derece muazzam çıkarabilmesi; ancak ve ancak ,karaktere inanması ile mümkün olur.Belli ki; Barış Arduç  hem karaktere, hem onun hikayesine çok inanmış.Bunu, dün akşam izlediğimiz ikinci bölümde; Kuzgun'un karşı camdan ailesini izlerken ve annesi ile karşılaştığı anda gözlerinde beliren,'' öfke ile karışık hayal kırıklığında; bir kez daha gördüm.
'Kuzgun'' karakterinin yaraları o kadar fazla ve derin ki, geleceğe doğru her adım atmaya yeltenişinde o yaraların sızısıyla olduğu yere çakılıyor.Dila karakterine karşı takınmaya çalıştığı sert tavrı da bu yüzden.Ne yaşamış olurlarsa olsunlar; Dila, onun geçmişi ve hikayesinin masum kalan tarafı, en azından onun için.Sırf bu yüzden, ona yaklaşmaktan, ona ruhunu açmaktan kaçıyor.Çünkü, ona iyi duygularla attığı her adımda;o, yapayalnız kalmış çocuk hesap sorar gibi karşşısına dikiliyor.Ama fazla dayanamaz, yakında düşer. İkisinin arasında, küllenmemiş bir ''AŞK'' var.O bütün, engelleri zamanla aşar. Sizi bilmem ama, ben Dila-Kuzgun(KuzDil) sahnelerinden aşırı keyif alıyorum.
Burcu Biricik&Barış Arduç iyi ki partner olmuş. Ben bu bölümü çok sevdim.3.bölümü sabırsızla bekliyorum.Dilerim, yolculuğun uzun olur.EMEKLERE SAĞLIK.

20 Şubat 2019 Çarşamba

Acının, İçinden Geçmek-Kadın 50.Bölüm

Bazı acıların tarifi imkansızdır. Acının şiddetini sadece onu yaşayan kalp bilir.İnsan olarak,o acıyı hissetiğiniz ilk anda sadece, en sevdiğinizden ve onun varlığından güç alırsınız.Yeliz'in öldüğü gerçeği ile en sert şekilde yüzleşen Bahar, bu şiddetli acının altında yalnızlığıyla ezilirken, ilk çareyi ve yardımı, yine Arif'in sesinde araması, ikili arasında var olan duyguların boyutu hakkında kimseye söylecek söz dahi bırakmıyor. Bana kalırsa, Arif ve Bahar açısından izlediğimiz en dolu dolu ve en duygu yoğunluğu yüksek bölümdü.Özellikle ikili arasında yaşanan telefon konuşması sahnesinde ve sonrasında yaşananlar,ikili arasındaki dialoglar,'' bu sevda ne güzel şey''dedirtiyor insana.Çünkü, Arif ve Bahar birbirini gerçekten çok güzel, çok özel seviyorlar.Bu, hikayenin sonunda onlara mutluluk va mı bilmem, ama şundan eminim yıllar geçsede hiç unutulmayacaklar. Geçen haftaki bölümü izlemiş biri olarak 50.bölümün Bahar'ın Yeliz'in ölümü gerçeği ile yeni yüzleşmesi sebebiyle,diğer bölümlere oranla daha sert geçeceğini biliyorum. Özellikle, Özge Özpirinçci muazzam performanslar sergiledi.Oyunculuğuna, bir kez daha hayran kaldım. Sevgili Özge Özpirinçci'yi 2008 yılında Kanal d'de yayınlanan ''Cesaretin Var mı Aşka'' dizisi ile tanıdım.O günden sonra, şahane kariyer yolculuğunun her aşamasında, seyirci olarak hep yanındaydım.Canlandırdığı her karakter kendine has ve çok özeldi.Ama, ''Bahar'' bir başka...Toplumsal hayatta, türlü zorluklarla mücadele eden, adeta kendi hayatlarında,''kara kışı yaşayan''kadınlara, her hafta  umut tohumları saçıyor ekrandan. İyi ki dokumuş hayatlarımıza.Daha nice haftalar bizimle olsun...

Bazı insanlar, tesadüfen çıkmazlar karşımıza.Hayatlamızda var oldukları her dakika yolumuza aydınlatırlatırlar.Üstelik bunun için ''kan bağı'' da gerekmez.Sadece temiz yürekler, ve saf sevgi gerekir.Bu tür bağlar, hangi sınavlardan geçerse geçsin, asla yıpranmaz,kopmaz.Aksine her zorlukta biraz daha sağlamlaşır.Çünkü, diğer tüm bağların içermediği çıkarsız sevgiyi içerir.Bahar,Ceyda ve Yeliz gibi,bambaşka hayatlardan ve farklı engellerden gelen, üç kadını birleştiren ortak bağın adıdır,''dostluk''İşte bu yüzden Bahar, en kıymetlisi,can yoldaşı Yeliz'e veda ederken; hem ağladı, hem ağlattı.Bundan sonraki süreçte; Bahar ve Ceyda, zorluklar karşısında birbirlerine omuz vererek, kalplerinde Yeliz'e duydukları özlem ile devam edecekler, hayatlatlarına.
Bahar'ın, hikayesinin diğer dizi karakterlerine göre; bize daha gerçekci gelmesinin sebeplerinden biri de, süresiz devam eden mutluluk ya da mutsuzluk halinin olmayışı sanırm.Her hafta karakterlerin hayatlarında,keşfedilmeniş yeni kapılar çıkıyor karşımıza.Bu durum, hikayenin hep canlı kalmasını sağlıyor.Sonra olarak,Ceyda'nın geçmişinden kapanmamış bir yara çıktı karşımıza.Emre...Emre'nin hikayeye dahil oluşunun ''Ceyda''için milat olmasını çok istiyorum.Hayat gülen yüzünü ona da göstersin.Bundan sonraki bölümlerde,ArBah'ın büyük bir zevkle izleceğimiz gibi bir his var içimde.Umarım yanılmam.Kaçma girişiminden sonra neler olacak?
Bende,sizler gibi bir sonraki bölümü iple çekiyorum.Emeklere Sağlık.

17 Şubat 2019 Pazar

BAZI SÖZCÜKLER BIÇAK KADAR KESKİNDİR-ERKENCİ KUŞ 30.BÖLÜM

''Bazı sözcükler, bıçak kadar keskindir.''.Kızgınlıklık anında ağızdan çıkan bazı cümleler; zamanla iyileşemeyecek kadar derin izler bırakır.Erkenci Kuş'un dünkü akşam izlemiş olduğumuz bölümünde özellikle ilk sahneyi şaşkınlıkla karışık büyük bir hayal kırıklığıyla izledim ne yazık ki. Belirli durumlarda,''AŞK'' kendinden, hayallerinden ve kırmızı çizgilerinden vazgeçmektir.Fakat, bu ''kendinden vazgeçmişlik hali '' asla tek taraflı olmalıdır, diye düşünenlerdenim.Çünkü, öyle olduğunda; iki kişi arasında yaşanan bu durum ''Aşk'' olmaktan çıkıp, bambaşka bir şeye dönüşüyor.Otuzuncu bölümün ilk sahnesinde Can ile Sanem arasında yaşanan yüzleşme sahnesi maalesef bir seyirci olarak, benim üzerimde bu tarz bir etki yarattı. Benim gözümde, genel itibariyle Can haklı iken,seçtiği kelimeler ve takındığı tavır ile haksız duruma düştü, ne yazık ki. Şimdi; eminim,aranızdan ''Can'' haklı diyenler,olacak. Bende aksini söylemiyorum, sadece seçmiş olduğu kelimeler ve üslubu çok kırıcı ve incitiydi.En azından ben hoşlanmadım.Gelelim, Sanem'e...Bence bu bölümle alakalı üzerine en fazla konuşulması gereken karakter, kesinlikle Sanem'di.Karakterdeki dönüşüm, tek kelime ile muazzam.İzlerken, özellikle ilk sahnelerde gözlerime inanamadım.O kadar laftan sonra kalkıp, Ağva'ya nasıl gitti.Hala kafamda bu aksiyonu bir yere oturtabilmiş değilim.İlk sahnedeki oyunculuklara ayrıca bir parentez açmak istiyorum.Hem ''Can Yaman'' hem ''Demet Özdemir'' şahane bir oyunculuk performası sergiledi. İkisi de muhteşemdiler, gerçekten.
Dizinin mevcut gidişatıyla ilgili takıldığım bir konu daha var.Haftalardır, aynı şeyi düşünüyorum.Neden sürekli Sanem'e rakip geliyor? Kıskançık sadece kadınlara has bir duygu olarak mı algınıyor?''Kıskançlık'' duygusunu işlemek, romantik komedi türündeki işler içn oldukça akıllıca bir hamle. Ama,bunu hep aynı yolu kullanarak yapmanın kendim de dahil birçok seyirciyi sıkmaya başladığını düşünüyordum.Bu sebepten ötürü, dün yayınlanan ön izlemeyi seyrettikten sonra, ''derin bir oh çektim''Bakalım, nasıl bir karakter gelecek. Gerçekten çok ediyorum.
Bence,gelecek karakter dolaylı olarak da olsa Can'ın gitmek için yaptığı hamleyi de engellecek.Bana kalırsa, bu karakterin güçlü yazılmış ve çok yönlü olması hikayeye de nefes aldırıp, yazarın elini de son derece rahatlatır.Kendi adıma, hikayedeki kıskançlık penceresine, bir süreliğine de olsa ''Can Divit'' gözünden bakmaktan son derece keyif alacağımı düşünüyorum.Umarım uzun ömürlü bir karakter olur.EMEKLERE SAĞLIK...

16 Şubat 2019 Cumartesi

UMUT YÜKLÜ BALONUMUZA DAVETLİSİNİZ-İSTANBULLU GELİN 72.BÖLÜM

Umut sen ne güzel,ne anlamlı bir kelimesin öyle.Ben, bazı kelimelerin gücüne ve sihirine inanlardanım.Bu kelimelerin serpilldiği yüreklerdeki kin ve nefret dahil tüm kötü duygularla savaşıp, her daim iyiliği galip getirme gücünden hiç şüphe duymadım.Bugüne kadar da bu düşüncemden ötürü hiç yanılmadım.Çünkü, sanıldığının aksine iyilik ve tabii ki umut, diğer tüm kötücül duygulardan çok daha güçlüdür.Sadece onun, orada ollduğunu görebilecek gözlere ve hissedebilecek bir kalbe ihtiyaç vardır.İnsanın içindeki karanlığı ışığı ile aydınlatacak olan umut, ortaya çıkmak bir sebep arar, durur kendine. Kimileri, hırs ve ego gibi çeşitli nedenlerle bu ışığı gözden kaçırır.Kimileri de tıpkı,''Adem'' gibi kendisine yansıyan ve onu iyiliği çağıran ''umut ışığı''nı geri çevirmez ve ona ruhunun derinliklerindeki karanlıktan ona tutnarak çıkar.
İnsan hayatında milat olan bazı dönemeçler vardır.''Adem'' içinde bu dönemeç, Umut'u kucağına aldığı o, ilk an. Aslına bakarsanız; Umut'un dünyaya gelişi, sadece ''Adem'' için değil, aynı zamanda tüm, ''İstanbullu Gelin'' fertleri için yepyeni bir başlangıç.''Umut'', gelişiyle birlikte bir anlık kızgınlıkla atılan köprülerin yeniden kurulmasını, kırılan kalplerin yeniden onarılmasını sağladı. Bu bölümde izlemiş olduğumuz, mutlulluğun fitilini de onun gelişi ateşledi.Ben, insanın değişime son derece açık bir varlık olduğunu düşünüyorum her zaman.Bu değişimi, izlediğimiz filmlerde ya da okuduğum kitaplarda gördüğümde o, hikayenin sahici beni hikayenin dünyasına ortak eder.Faruk'un tüm ön yargılarına rağmen, egosunu da bir tarafa bırakarak,Adem'e inanıp, zeyin dalı uzatması çok anlamlıydı.Düşünün, olmaz denilen oldu;ve tüm yaşanılanlara rağmen ''Boran'' kardeşler yeniden aynı sofra etrafında buluştu.Ne yalan söyleyim, bölümün en sevdiğim sahnelerinden biriydi.Hem oyuncuların doğallığı, hem dialogların güzelliği beni, benden aldı.Sahnenin alt metninde kadınlara, sevgi ve saygıya dair verilen mesaj tek kelime ile muazzamdı. Bu işlere meraklı, senaryo yazma sevdasında olan biri olarak; İstanbullu Gelin'' senaryo ekibinin ve yönetmenimiz Zeynep Günay Tan'ın her daim bu ''kadın'' tarafında olma durumuna gerçekten hayranım...
Tüm bu güzellikler içinde beni hüzünlendiren tek şey Dilara'nın,Adem yanında olmadığı zamanlarda gözlerinde beliren, ''kalabalıklar içindeki yanlızlık hali'' duygusunu görmekti.Adem ve Dilara'nın ilişkisi, diğer tüm karakterlerinde ilişkilerinde de benzerleri görülen türlü sınavlardan geçti yada mevcut durum göz önüne alındığında geçemedi demek,daha doğru diye düşünüyorum.Tamam, bu süreçte Dilara'nın da yapmış olduğu pek çok hata yaptı.Ama, gelinen nokta itibariyle bu derece derin bir yanlızlığı hak ettiğini hiç düşünüyorum.Ancak sevgili teşriki mesai,böyle bir hamle yaptığıysa vardır, bir bildiği.Fikret ve İpek iklisi içinde benzer bir süreç kapıda maalesef.Buradaki sorun tamamıyla Fikret kaynaklı olduğundan yorum yapamıyorum.Zira, dizide haftalardır çözemediğim tek karakter kendisi.Bölümün temasının ''aşk'' olması sebebiyle; Faruk'un Süreyya'ya anlamlı jest ile ilgili birkaç cümle etmek isterim.Bu sahne sayesinde; izleyenler olarak biraz geçmişe gittik.Bana kalırsa, böyle özel ve anlam içeren günlerde, dizi karakterlerine şatafatlı ama içi boş hediye ve süprizler seçtirmek yerine içinden duygu ve anılar geçen jestler yaptırmayı tercih etmek çok özel bir davranış.Bu sayede hikaye,seyirci açısından dahaincel bir hal alıyor.İzlerken çok duygulandım.Muhteşem bir bölümdü.Sahnede ve bölümde eemeği geçen tüm ekibe sonsuz teşekkürler.Her daim,Aşk'a ve sevgiye inanmaya devam...



14 Şubat 2019 Perşembe

Çocukluğunu, Öldürenler-Kuzgun 1.bölüm

Çocukluk yıllarımız, hepimiz için masumiyetin simgesi gibi.O yıllarda insanlara duyduğumuz sevgiler henüz kirlenmemiş, saf. İşte, tam da bu sebeple; çocukluk çağında özellikle ebevenyler tarafından, çocuğa hissetirilen sevgisizlik ya da vazgeçilmişlik duygusu,çocuk yüreğinde tamiri imkansız yaralar açar.Tıpkı Kuzgun'da olduğu gibi...İnsanı şartsız,koşulsuz sevmesi gereken; annesi de ondan vazgeçince, onun için çocukluk çağı kapanıp bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yepyeni bir dönem başlamış.Yıllar içerisinde sokaktaki tehlikelerden korumak için daha da, daha da sertleşmiş.Âdeta çocukluğunu toprağa gömmüş ve bir daha hiç çocuk olmamaya yemin etmiş gibi.
Yıllarca çocukluğunun karanlığında kalbine kilit vurarak yaşamıiş.Ta ki, bir gün çocukluğunun kokusu, Dila ile yeniden karşılaşana kadar...Bu karşılaşma, Kuzgun'un yıllardır içinde büyüttüğü ve her gün daha körüklenen intikam duygusunu söndürüp, Kuzgun'a yıllardır unuttuğu kalbinin yerini yeniden hatırlatacak.Hem Dila hem Kuzgun,Rıfat'ın birer kurbanı aslında.İkisinin arasındaki yüksek dozlu çekimden de anlaşılacağı üzere, Kuzgun avcı iken av olacak.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki hikaye, asla sıradan,klişe bir intikam hikayesi değil.Evet,çıkış noktası olarak bu duygudan yola çıkmış; ancak bunu hikayeleştirmek özel bir çaba harcanmamış. Yani, şunu demek istiyorum;hikayesinde bu yönde zorlama sahneler hissetmedim.Ama, zaten Dila ve Kuzgun'un arasındaki yüksek gerilimden de hikayenin böyle bir eğiliminin olduğunu anlıyorsunuz.Ben bir seyirci olarak, Dila ve Kuzgun karakterinin uyumuna bayıldım ve ikilinin sahnelerini defalarca izleyebilecek potansiyelim var.Ancak, bu söylediğim tek başına izlemiş olduğum şahane oyunculuklar ile alakalı değil, Dila ve Kuzgun karakteri yazılırken hem aralarındaki ilişki hem bundan doğan yaşacakları çatışmalar, bir örümcek ağı titizliği ile ince ince örülmüş. Dolayısıyla bu eşsiz anlatım gücü, şahane oyunculuklar ile birleştiğinde ortaya seyir zevki muhteşem olan sahneler çıkmış.Hazır şahane oyunculuklar demişken, ilk bölümde beni etkileyen oyunculuk performanslarından bir parça bahsetmek isterim.''Kiralık Aşk'' izleyenler hatırlayacaktır; orada izlemiş oluduğumuz karakter olan''Ömer İplikçi'' hali, tavri, konuşma şekli ve hatta ses tonu ile''Akça Kuzgun'' dan siyah ve beyaz kadar farklı bir karakterdi.Bu farklılığı, Barış Arduç öyle akıllıca ve ustaca kullanmış ki tüm gece hayranlıkla izledim karakteri.Sanki, başka biri gibiydi,helal olsun.Ve Dila Bilgin...Dila karakterinin o işıltılı büyüsü,belki de şimdiye kadar hiç alışkın olmadığımız türden bir karakterle izleyeceğiz,Burcu Biricik'i.Hafif kibirli ve biraz da bencil.Burcu Biricik'te bizim gibi, Dila'yı çok sevmiş ve benimsemiş belli ki.Çünkü izlemiş olduğumuz sahnelerde muazzam bir oyunculuk sergiledi.Ben,bu hikayeyi çok sevdim, dilerim sizde sevmişsinizdir.Emeklere Sağlık...

13 Şubat 2019 Çarşamba

KAYIPLARIMIZ,BÜYÜTÜR BİZİ- KADIN 49.BöLÜM

Biz insanoğlu için bu yeryüzündeki en sarsıcı sınav, sevdiğimiz birini kaybetmektir.Bu kayıptan sonra kalplerimize kördüğüm atılır ve hayatımızın geri kalanını kalplerimizde bu düğümle yaşamaya devam ederiz.Kaybımızın acısını böyle derinden hissedebimek için o, kişi yaramızda bir kan bağı olmasına gerek yoktur.Aksine kan bağından çok daha güçlü olan 'can bağı''na ihtiyaç.Her salı akşamı evlerimize konuk ettiğimiz ''KADIN'' dizisini bu kadar sevip, benimsemiş olmamızın nedeni de bu.Çünkü, bizlere her hafta ''can bağı''nın da en az kan bağı kadar, hatta belki bazen ondan çok daha fazla önemli olduğunu bıkmadan, usanmadan hatırlatıyor. Özellikle son haftalarda yayınlanmış olan bölümlerde bunu çok daha net görüyoruz.Ceyda,Yeliz ve Bahar üçlüsünün yaşadığı ilişki, düşünüldüğünde ''kardeş'' olabilmek ''kan bağı'na ihtiyaç olduğu tezini tamamıyla çürüyor.Bir süredir Yeliz'in kaybının acısını ve bu acının insanlar üzerinde yaratmış oldğu etkiyi izliyoruz.Dün akşam izlemiş olduğumuz bölümde bu acıyla son yüzleşmek zorunda olan karakter de maalesef Bahar'dı. Bahar'ın bu acıyı yaşama ve onunla yüzleşme sürecini aşama, aşama göreceğiz zaten.
Benim, yaşanan bu kayıp ve ardından izlemiş olduğumuz yas dolu sahnelerden sonra en merak ettiğim nokta, Bahar'ın tüm bu yas sürecini geride bıraktıktan sonra, Sarp'a karşı takınacağı tutum...Zira, Bahar gibi (hayatta katı kuralları olan, kimi zaman sert ve dik başlı) bir karakterin, böyle bir durumu kolaylıkla sindirip, yoluna devam edebileceğini hiç düşünmüyorum.Benim bu dizi ilk başladığı günden bu yana gönlüm, Arif ve Bahar'ın çift olarak devam etmesinden yana.Tamam, geçmişte Bahar ve Sarp çok büyük yaşamış, orada bir sıkıntı yok. Ama şu aşamada, Bahar ile Sarp'ın bir arada mutlu olabileceklerine ben inanmıyorum. Aradan geçen yıllar bir çok şeyi ama en çok da, Sarp'ı değiştirmiş.Bu düşüncemin, Sarp'ın,Pırıl ile birlikte olmasından ya da iki çocuğunun daha olmasından(zaten o çocuklar Sarp'ın değil bence) kaynaklanmadığını söylemek isterim. Sadece, Arif'in sevgisi, aşk'ı çok daha gerçek geliyor bana.
''Arif'' gibi sevin...İnsanları görünüşleri üzerinden değerlendirmemeyi kendisine kural edinmiş biri olarak söylüyorum, ilk bölümlerde izlemiş olduğumuz o, ''ağır abi'' görünümlü adamın içinden böylesi naif sevecen ve iyi yürekli biri çıkacağını asla ama düşünmüyordum.Bir seyirci olarak, Arif'in Bahar'ı sevme biçimine hayran olduğumu söylemeliyim.''Hande Altaylı'' yazdığı tüm karakterlerde olduğu gibi ''Arif'' karakterini şahane betimlemiş.Bu şahane betimlenmiş karakter, Feyyaz Duman'ın olağanüstü oyunculuğu ile birleşince ortaya birbirinden özel sahneler çıkıyor.
Dünkü akşam izlemiş olduğumuz bölüm,en sağlam böşümlerden biriydi.Özellikle son sahnedeki muhteşem, ''Özge Özpirinçci performansı. İzlediğim,en sahici ve yalın oyunculuklardan biriydi.Saatler geçmesine rağmen hala sahnenin üzerimdeki etkisi geçmedi...Haftaya izleyeceğimiz bölümü iple çekiyorum.Emeklere Sağlık...

10 Şubat 2019 Pazar

Aşk Yeniden-Erkenci Kuş 29.bölüm

Aşk'ın, en sinsi ve azılı düşmanı yalandır.Hangi gerekçe ile söylenmiş olursa olsun, gün sonunda iki insan arasında kurulmuş bütün köprüleri yakar,yıkar. Hele ki bu insanlardan bir tanesi, Can gibi çok keskin ve sert kırmızı çizgilere sahip bir insan ise. Haydi, Deren'i bir tarafa bırakalım.Ama, Sanem'in yaptıklarında tek kötü niyet kırıntısı dahi yok, üstelik ne zaman gerçekleri anlatmaya çalışsa başka bir sorun patlak verdi.Ortaya çıkan sorunlar ile birlikte Sanem gittikçe daha da panikledi.Panikledikçe, konuşmayı erteledikçe erteleledi.Ve sonuç...
Sanem ve Can arasında, Fabri sebebiyle bu dalgalı süreç belki de en şiddetli etkisini ajansın sektördeki mevcut varlığında ve yaptığı iş anlaşmalarnda gösterdi.Bu kriz anlarında Can, bir şekilde süngüsünü düşürmüşken Sanem'in bir şekilde insiyatif kullanıp Deren'de dahil herkesi, herşeye rağmen bir araya toplaması fikrini gerçekten çok sevdim.Bana kalırsa Zebercet'te ajans ekibine katılsa şahane olur.Ayrıca malum sahnede motivasyon tekniğini çok beğendim.Tüm şirketlerde uygulanmalı, böylece verimlilikle ilgili sorunlar kökünden çözülür, diye düşünüyorum.Sanem'in dün akşam izlemiş olduğumuz sahnedeki birleştirici tavrı, şimdiye kadar yapmış olduğu tüm hataları silebilecek kadar anlamlı ve incelikli. Bence, 'Sanem'' karakterini bu derce özel ve derin kılan şey de tam olarak bu.Bir durum karşısında çocuk kadar masum ve naif olabiliyorken başka bir durumda, daha kendinden emin, güçlü ve kararlı olabiliyor mesela.Örneğin, Deren ile yaşanan son olayda onun yerinde Polen olsaydı, yaşanan her şeye ve gördüğü tüm ön yargılı tavırlara rağmen Deren'e bu derece hesapsız,kitapsız zetin dalı uzatır mıydı?Bence,kesinlikle hayır.
Bu hafta, Sanem ve Can sayesinde İstanbul sokaklarında güzel, büyülü bir dünyanın içinde bulduk kendimizi.Bu haftaki bölümde, romantik komedi türündeki bir işin sahip olması gereken tüm özellikler ,bütün ayrıntılar mevcuttu.Sanem ve Can sahneleri hem görsel hem de duygusal açıdan gayet doyurucuydu.Sizi bilemem tabii ama  kendi adıma son derece tatmin oldum bölümden.Genelde herkes Polen'in gelmesine taklmış, ancak ben bu konuda biraz farklı düşünüyorum.Şu an içinde bulunduğumuz süreç, hem Can ve Sanem ilşkisi hem de Can'ın hayatı açısından çok yönlü birden fazla sınavı içinde barındıran oldukça karmaşık bir dönem.Bu dönemde Hüma'nın gelişi ve bir şekilde Can ile Sanem'in  ilişkisine dahil olması başlı başına bir karmaşaydı.Ancak mevcut durumda eli bu ilişkiye zarar verebilecek kadar güçlü değildi.Polen'in gelmesi, aslında Hüma'nın elini güçlendirip hikayenin daha anlamlı şekilde devamını sağlayacak.Burada asıl önemli olan karakterlerin mevcut koşullarda nasıl pozisyon alacağı.Hikayenin bu kısmında benim takıldığım tek nokta ''kıskançlık'' olgusunun sürekli olarak ''Sanem'' üzerinden götürülmeye çalışması.Tamam, kabul ''kıskançlık''romantik komedi türü işler için olmazsa olmaz bir durum.Ama bu duyguyu hep kadınlar mı yaşıyor?Bu sorunun cevabını sizlere bırakarak yazımı noktalıyorum.Bu bölümde emeği olan herkese çok teşekkürler. Aşk sizi de bulsun...

9 Şubat 2019 Cumartesi

Hayat Bazen Soruları Bilmediğimiz Yerlerden Sorar-İstanbullu Gelin 71.bölüm

Hayat, denen uzun yolculuk her zaman yaşadığımız süreç boyunca önümüze yepyeni kapılar açar.Her kapının ardında cevabını bulmakta daha da zorlanacağımız bir soru karşılar bizi.Belki de İstanbullu Gelin'in bu derece sevilip benimsenmesinin nedeni de budur, kim bilir? Uzaktan bakan bir seyirci için ''İstanbullu Gelin'' klasik bir konak hikayesi olabilir, ama bu yolculuğa yetmiş bir haftadır şahitlik eden biri olarak durumun bundan ibaret olmadığını gönül rahatlığı ile söyleyebilirim.Evet, hikayenin en temelinde göşterişli bir konak ve içinde yaşanan sağlam ''kardeş'' çatışmaları var. Bu da hikayeyi besleyen ana damarlardan biri.Ama ''İstanbullu Gelin'i'' tek başına bu şekilde tarif etmenin, hem karakterlere can veren oyunculara ve yazdıkları ile bizi de hikayenin içine dahil eden şahane senaryo ekibine hem de ''İstanbullu Gelin'' dünyasını ete kemiğe büründürüp ona ruh katan değerli yönetmenimiz Zeynep Günay Tan'a çok büyük bir haksızlık olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü,tüm karakterler ''o kadar gerçek ki aslında'' her biri ''bizim gibi'' duygular ile bezeli.Karakterler bizler gibi kızan, üzen,gülen, zaaflara sahip sıradan insanlar aslında.Sanırım, İstanbullu Gelin'in hepimizi büyülen ''gerçekliği'' de buradan geliyor...
Düşünün, ''Esma Boran'' gibi hayatın kontrolünü yıllarca elinde tutmuş biri için şu an içinde bulunduğu durumu ve bunun hali hazırda görünmekte sonuçlarını kabul etmek ''Esma Sultan'' için ne kadar yıkıcı bir durum.Süreyya'nın mevcut koşulları koruma çabasını, yanlış anlaması ve onun bulduğu çözümleri ısrarla geri ittirmesi de bu yüzden.Konakta yaşayan kişilerin Süreyya'ya hissettirdiği gibi bir taht kavgasının olduğunu düşünmüyorum. Süreyya, sadece kendi gücü ölçüsünde aileyi bir arada tutma çabasında.
Aslına bakarsanız Faruk-Adem- Fikret üçlüsünde kardeşlik duygusunun bir türlü sağlam zemine oturup devam edememesinin nedeninin de, altan alta devam eden bu ''taht kavgası''olduğnu düşünüyorum.Fikret yıllarca, Faruk'un ışığından dolayı kendini gösterememiş bu durum sebebiyle kendine olan saygısını yitirmiş biri.Adem'in dünyası,zaten bambaşka bir girdap.Çocukluğu,türlü travmalarla geçmiş birinden sağlıklı düşünmesini ve ilk anda sevgi dolu biri olmasını beklemek saçma olur.Ben, sevginin zaman içerisinde öğrenilen bir olgu olduğunu ve bunun için insanı iyiliğe yönlendiren bir sebebe ihtiyaç olduğunu düşünenlerdenim.Ve ''Adem '' nihayet sebebe kavuştu.Bundan sonrası onun için çok farklı olacak, inanıyorum.Çünkü o,artık bir''baba''.
Zaten bütün mesele,günün sonuda tüm yaşanları arkanda bırakıp yeniden aile olabilmek, var olan yaralarını öyle sarabilmek değil mi? Emeği geçen herkese, sonsuz alkışlar...